M.S. 330 yılında Büyük Konstantin yeni başkentini Asya ve Avrupa kıtalarının buluşma noktası olan Byzantium’da kurdu ve bundan böyle şehir onun adıyla anıldı: Konstantinopolis.
İmparator yeni Başkentinde çok Tanrılı Pagan Kültürünün yanısıra tek Tanrılı Hristiyanlık Kültürünün de varolmasına ve gelişmesine izin verdi. Bu yeniliklerle yeniden yapılandırılan Roma İmparatorluğu, 1453 yılında Osmanlı Sultanı II.Mehmet’in Konstantinopolis’i fethetmesine kadar 1100 sene varlığını korudu ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika dahil olmak üzere, Anadolu’dan Avrupa’nın içlerine kadar, Yunan ve Roma Kültürlerinin doğup geliştiği kadim topraklarda, geçmişin büyüleyici mirasını benimseyerek onu Rönesans’a kadar taşıdı.
Ancak yine de “kukla imparatorların, fesat imparatoriçelerin, kötü niyetli hadımların hüküm sürdüğü imparatorluk“ olarak anılmaktan kurtulamadı. Üstelik bir de ismi değiştirildi; tarih sahnesinden silinene kadar kendilerini „Romalı“ olarak gören insanlar bir anda “Bizans’lı (!) yapılıverdi. Böylece başlangıçta Kutsal Toprakları düşmandan temizlemek için yola çıkan, ama Konstantinopolis’in gözkamaştıran zenginliği ile başları dönen Avrupalı Şövalyelerin, bu muazzam zenginliği ele geçirebilmek için kendi dindaşlarına yaptıkları eziyetler de, Bizans’in kadim kültürünün Rönesans’ın temeli olduğu gerçeği de unutturulmaya çalışıldı. Oysa Hıristiyan Roma (ben de geleneğe uyup Bizans
diyeceğim) İmparatorluğu olmasaydı, antik dönemin kadim öğretilerini, Tıbbını, Felsefesini, Sanatını, Bilimini Ortaçağ boyunca unutulmaktan kim koruyabilirdi?
Osmanlı İmparatorluğuna Saray adabını, Devlet Protokolünü ve daha pek çok şeyi miras bırakmış Bizans İmparatorluğu, onun değerini en çok bilen Fatih Sultan Mehmet’in torunları tarafından da unutuldu; hatta unutulmak ne kelime, Bizans adı entrikanın, dalaverenin sembolü yapıldı.
En nihayet Avrupalılar Bizans İmparatorluğu’nun kaybettiği onurunu, yıkıldıktan 500 sene sonra geri verdiler ve 21. yy.’ın başlamasıyla birbiri ardına açılan muhteşem sergilerle bu kadim kültürü yeniden hatırladılar.
Bizansin kalbi, yüzyıllar boyu “Kraliçe Şehir” olarak adlandırılan İstanbul’un uzun ve dünya tarihine yön vermiş çalkantılı geçmişine, ismine yakışır şekilde pek çok güçlü kadının “eli” değmiştir. Özellikle Bizans Dünyasında İmparatoriçeler veya Prensesler uzun ve tehlikeli yolculukları göze alarak uzak ülkelerden pek çok değerli kutsal emaneti başkente taşımışlar, kilise, manastır, kütüphane yapımına öncülük etmişler veya katkı sağlamışlar, bilim adamlarını, sanatçıları, filozofları himaye etmişler, antik dönemin Biliminin ve Felsefesinin kaybolmadan çağlar boyu yeni nesillere aktarılması için, eskinin yazılı kaynaklarını toplatmışlar, kopyalattırmışlardır. Kutsal şehir Kudüs’te kazılar yapıp İsa’nın çarmıha gerildiği yerde haçı bulan Büyük Konstantin’in annesi Helena bu kadınların öncüsüdür. Konstantinopolis Üniversitesinin kurulmasına öncülük eden II.Theodosios’un karısı Eudoxia bu güçlü kadınlardan bir tanesidir. Antik dönemden bu yana tıp literatürünün en önemli yapıtlarından biri olan ve Roma dünyasının ünlü farmakoloğu Kilikya’lı Pedanios Dioscurides tarafından yazılmış Materia Medica’yı* kopya ettiren ve böylelikle
antik dönemin bu önemli eserinin kaybolmadan günümüze kadar gelebilmesini sağlayan Anicia Juliana bir başka aristokrat Konstantinopolis kadınıdır. Anicia Juliana bununla da yetinmeyip Bizans’ın Altın Çağının en kudretli imparatoru Büyük Jüstinyen’ e meydan okumak pahasına Başkentin en büyük ve görkemli kilisesini yaptırmıştır. İkona kırıcıları tarihin tozlu sayfalarına gömen de, Hristiyanlığın yılmaz kadın savaşçıları olan Bizanslı İmparatoriçelerdir.
Bizans bin yıldan daha uzun bir sure hem Asya’da hem Avrupa’da etkisini göstermiş büyüleyici bir kültürdür. Rehberlik yaptığım uzun yıllar boyunca, yok olmaya bırakılmış veya geçmişi silinmeye çalışılan pek çok Bizans eserini gördüm, nefesim yettiğince korumamız gerektiğini anlattım. Özellikle Istanbul’da yaşayıp, Bizans’tan hiç haberi olmayanlara Bizans’ı hatırlatmaya, bize miras kalan bu muhteşem kültürü en iyi bizim bilmemiz, tanımamız, tanıtmamız gerektiğini anlatmaya uğraştım. Bu kitapta ise mümkün olduğunca basit ve kolay okunabilir şekilde, bu kadim kültürün kısa bir tanıtımını yapmaya, 1500 sene öncesinden bu yana bazı Bizans’lı kadınların olağanüstü yaşam öykülerini yazmaya
çalıştım. Bu büyük Kültüre bir miktar dikkat çekebilirsem ne mutlu bana.
Nazan Öztürk
İstanbul
Eylül 2014
* “Wiener Dioskurides” veya “Juliana Anicia Kodexi” olarak anılan bu eser 512 yılında kopyalanmıştır. 30 x 37 cm boyutlarında 485 adet parşömenden oluşur. Antik Dönem Biliminin, Bizans Erken Sanatının ve Kültür Tarihinin eşsiz bir kaynağıdır. 16.yy Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar İstanbul’da olduğu bilinen bu olağanüstü eser söylentiye göre bir eskiciden satın alınmak suretiyle Viyanaya götürülmüş ve burada günümüze değin Milli Kütüphanede muhafaza edilmiştir. Unesco Dünya Belleği Lİstesindedir.