Müzeler Adası ve James Simon Galerisi

Berlin’de Prusya Kültür Vakfına ait Müzeler Adasının ana giriş binası olarak tasarlanan ve geçtiğimiz günlerde yapımı tamamlanan galerinin açılışı Başbakan Bayan Merkel tarafından yapıldı. Galeriye pek çok Berlinlinin ilk kez işittiği bir isim verildi: James Simon Galerisi. Peki kimdi James Simon ve neden ismi buraya verilmişti

Müzeler Adası

19. yüzyılda antik medeniyetlerin yeniden keşfi için İngiltere ve Fransa ile yarışan Prusya Krallığı (1871 yılından itibaren Alman İmparatorluğuna dönüşecektir) cömert mesenleri[1] sayesinde müzelerini dolduracak pek çok eseri İtalya, Yunanistan, Anadolu, Mezopotamya, Orta Doğu ve Mısır’dan başkenti Berlin’e getirtir. Bu eserleri sergilemek için şehrin merkezinden geçen Spree nehrinin üzerindeki adada beş büyük müze binası inşa edilir. 1830-1930 yılları arasında Prusya kralları ile Alman imparatorları tarafından yaptırılan ve 1999 yılından beri Unesco Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiş olan bu müzeler, Altes Museum (Eski Müze – 1830), Neues Museum (Yeni Müze – 1859), Alte National Galerie (Eski Ulusal Galeri – 1876), Bode Museum (Bode Müzesi – 1904) ve Pergamon Museum (Bergama Müzesi 1930) adlarıyla anılan müzelerdir ve Prusya Kültür Mirası Vakfı tarafından yönetilirler.

Bu müzelerin 1930’lara kadar yaklaşık 100 yıl süren inşası esnasında Almanya hem siyasal hem toplumsal birçok dönüm noktasından geçer, hatta arada bir de Birinci Dünya Savaşını atlatır. Bu savaştan yenilgiyle çıkmasına rağmen başkent hasar görmez ve müzeler içindeki eserlerle beraber korunur. Ancak Almanya’nın yaklaşık yirmi bir yıl gibi kısa bir aradan sonra yeni bir dünya savaşına girmesinin faturası bu kez çok ağır olur. Ülkenin pek çok büyük ve önemli şehrinin yanı sıra özellikle Berlin müttefikler tarafından yoğun bir şekilde bombalanır, stratejik binaları ve müzeleriyle beraber neredeyse yerle bir edilir. Savaş esnasında eserlerin önemli bir kısmı sığınaklarda depolandığı için fazla zarar görmeyecek olsalar da bir kısmı savaş sonrasındaki kargaşada ortadan kaybolur, bir kısmı ise kazanan devletler tarafından savaş ganimeti olarak alıkonur.

Savaşın ardından Doğu Almanya’nın sınırlarına dahil edilen Müzeler Adasının restorasyonu finansal yetersizliklerden dolayı tamamlanamaz. Bu konu Berlin duvarının ortadan kalkması ve her iki Almanya’nın birleşmesinden sonra oluşturulan bir Master Plan ile yeniden ele alınır. Bu plana göre hasarlı binalar tamir edilecek, İkinci Dünya Savaşı sonrası Doğu ve Batı Almanya arasında paylaştırılan koleksiyonlar birleştirilecek, Müzeler Adası Louvre, British ve Vatikan gibi Avrupa’daki benzerleriyle yarışabilecek çağdaş bir Müzeler Topluluğu haline getirilecek ve tüm müzeler için merkezi bir giriş binası yapılacaktır. Master Plan çerçevesinde adım adım gerçekleştiren restorasyonlarda ilkin Bode Museum elden geçirilir ve müze zengin Bizans, Sikke ve Heykel koleksiyonlarıyla kapılarını 2006 yılında ziyaretçilerine açar.  %70’i savaşta harap olmuş Neues Museum ise ünlü İngiliz mimar David Chipperfield tarafından Antik Mısır Medeniyetine ait eserlere ev sahipliği yapacak şekilde yeniden inşa edilir ve 2009 yılında hizmete girer. Yine bu plan çerçevesinde Zeus Sunağının sergilendiği salon da dahil olmak üzere Pergamon Müzesinin büyük bir bölümü 2013 yılında kapatılır ve temel güçlendirme çalışmaları başlatılır. Halen restorasyonu devam eden ve sadece bir bölümü ziyarete açık olan müzenin tamamının ne zaman yeniden açılacağı bilinmezliğini koruyor. Bununla beraber yapımı 1930’lu yıllardan beri gündemde olan ve Müzeler Adasına eklenen son bina olduğu belirtilen merkezi giriş binası ise geçtiğimiz günlerde hizmete girdi.

Müzeler Adası Master Planı çerçevesinde inşa edilen ve Başbakan Bayan Merkel’in katılımıyla açılışı yapılan James Simon Galerisinin temeli 2013 yılında atılmıştı. Henüz bir bölümü tamamlanan Galerinin mimarı yine David Chipperfield. Galeri şimdilik sadece iki müze, Pergamon Museum ve Neues Museum için hizmet verse de ileride Altes Museum hariç diğer dört müzenin yeraltından koridorlarla birbirine bağlanması ve girişlerin James Simon Galeri’den yapılması planlanıyor. Yine de halen kullanılmakta olan müze girişleri işlevlerini kaybetmeyecek ve ziyaretçilerin buralardan da müzelere giriş yapmaları mümkün olacak. James Simon Galerisinde bilet gişeleri ve enformasyon merkezinin yanı sıra sergi salonları, oditoryum, kafe, büyük bir kitapçı, hediyelik eşya dükkânı, vestiyerler ve kilitlenebilir dolaplar da var. Mimari tasarımı oldukça tartışma yaratan bu galerinin en önemli özelliği ismi.  Berlinlilerin ve Müzeler Adası müdavimlerinin pek bilmediği bir isim olsa da James Simon esasında Berlin Devlet Müzelerine en fazla eser bağışı yapan mesenlerden biri. Aralarında dünyaca ünlü Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin büstü ve İştar Kapısı olmak üzere, antik çağ, orta çağ ve Rönesans dönemlerinden kalma tam 10 bin eser James Simon sayesinde Berlin müzelerinin envanterine girmiş.

Kimdir bu James Simon?

1851 yılında Berlin’de Yahudi bir sanayicinin oğlu olarak dünyaya gelen James Simon, Wilhelm ve Alexander Humboldt, Otto von Bismarck gibi meşhurların öğrenim gördüğü bir lisede (Gymnasium zum Grauen Kloster) öğrenim görür ve aldığı hümanist eğitimin etkisinde eski çağlar tarihi araştırmacısı olmak ister. Ancak sanayici babanın tek beklentisi tek oğlunun pamuklu kumaş üretimi yapan fabrikasının başına geçmesidir ve bu nedenle tarihçi olmasına izin verilmez. Prusya disiplini almış James babasının bu isteğine uyarak üniversite eğitiminden sonra sanayici olur ve Amerikan iç savaşının pamuk üretimine vurduğu darbeden yararlanarak işlerini genişletir. 1900’lü yıllarda Berlin’in en zengin 7. Sanayicisi olmuştur bile. Pek çok varlıklı mesenden farklı olarak James Simon servetinin epey büyük bir kısmını hayır işlerinde kullanır. Sadece antik eserler bulmak, satın almak ve koleksiyon yapmak ile uğraşmaz, aynı zamanda yaşlılar, kimsesizler, bakıma muhtaç çocuklar için olduğu kadar halk eğitimi ile ilgili faaliyetlerde bulunan 60 civarında Derneğe gerek kurucu gerekse finansör olarak katkıda bulunur. Yakın dostu Franz von Mendelsohn ile beraber Berlin’in Zehlendorf ilçesinde yetim, kimsesiz ve şiddet görmüş çocuklar için bir bakım evi kurması veya Berlin’in ilk kapalı yüzme havuzlarından birinin inşaatını finanse etmesi, yardım faaliyetlerinin geniş çerçevesi konusunda ipucu verecektir.

Kuşkusuz James Simon’un Arkeoloji dünyasına yaptığı en önemli katkılardan bir tanesi Alman Orient Enstitüsünün kurulmasına öncülük etmesi ve enstitüye büyük finansal destek sağlamasıdır. Enstitünün görevi Berlin Müzelerini Londra ve Paris müzeleri ile rekabet edebilecek duruma getirmek, Alman arkeologların Mezopotamya ve Mısır’da yapacakları keşif gezilerini ve kazılarını desteklemektir. Bu çabaları sonuçsuz kalmaz ve Babil’in meşhur İştar Kapısı Alman arkeologlar ve Simon’un finansmanı sayesinde gün yüzüne çıkar ve Berlin’e gelir. Mısır’da desteklediği kazılarda ise antik Mısır’ın tek tanrıya tapan ilk ve son firavunu Eknaton’un başkentinin bulunmasını ve güzeller güzeli karısı Nefertiti’nin büstünün arkeoloji dünyasına kazandırılmasını sağlar.

James Simon aynı zamanda Osman Hamdi’nin[2] yakın arkadaşı olan dönemin Berlin Müzeleri Müdürü Wilhelm von Bode’nin danışmanlığında Avrupa’dan, özellikle İtalya’dan Rönesans sanatının eşsiz örneklerini koleksiyonunu katar. Daha sonra Bode’nin karşı çıkmasına rağmen orta çağın dini temalı eserlerine yönelecek, bu eserlerle oluşturduğu büyük bir koleksiyonu aynı zamanda ikametgâhı olan Tiergarten’daki evinde muhafaza edecektir. James Simon bu evde birçok elit ismin yanı sıra 1901 yılında Kiel’de düzenlenen tekne yarışları esnasında tanıştığı Kaiser II. Wilhelm’i de misafir eder.  Sonraları ise bir müze gibi düzenlediği evinin kapılarını belli günlerde halka açar. Koleksiyonu o kadar büyür ki, daha çok insanın görebilmesi için bu eserleri Berlin müzelerine bağışlamaya karar verir ve bu kararını 1904 ve 1918 yıllarında uygular.  Simon’un tek şartı bağışladığı eserlerin 100 yıl boyunca toplu halde sergilenmesidir. Ancak ne yazıktır ki Devlet Müzeleri bu istekleri hiçbir zaman yerine getirmeyecektir.

Birinci Dünya Savasından sonra işleri bozulan Simon bir yandan müzelere eser bağışına devam eder, diğer yandan ise firmasını ayakta tutmaya çalışır. Borçlarını ödemek için şahsi malvarlığı olan Tiergarten’daki müze evini, bazı özel koleksiyon parçalarını satar ve ömrünün kalan yıllarını geçireceği Bundesallee caddesindeki bir apartman dairesine taşınır. 1929 yılında iflasını istemek zorunda kalır, firmalarını kapatır. Oysa koleksiyonlarını müzelere bağışlamak yerine satabilir ve ömrünün sonuna kadar rahat yaşayabilirdi. Ama her zaman kamu yararını üstün gören Simon için böyle bir seçenek söz konusu olmaz. Ölümünden çok kısa bir süre önce Müzeler Genel Müdürüne bir mektup yazar ve bağışladığı koleksiyonların sergilenme biçimi konusundaki isteğinin yerine getirilmediğini ve bu sergileme biçiminin devam etmesi durumunda tüm eserleri geri alacağını belirtir. Ancak bu mektuba cevap alamadan 23 Mayıs 1932 günü hayata veda eder. Ölümünden sonra da isteği yerine getirilmez, üstelik bir yıl sonra Nazilerin iktidara gelmesi ile Simon ismi tamamen unutturulur.

Maalesef çok uzun yıllar James Simon ne Tarih ve Arkeoloji bilimlerine yaptığı katkılar, ne de Berlin Müzelerinin benzerleriyle boy ölçüşebilir hale gelmesini sağladığı koleksiyonlarıyla gündeme gelmez.  Ancak 2000’li yıllarda yayınlanan bir doktora çalışması ile ismi yeniden hatırlanan James Simon, şimdilerde ise ismini taşıyan Müzeler Adasındaki bu Galeri ile çoktan hak ettiği saygıya kavuşmuş görünüyor.

(Bu yazı 10 Ağustos 2019 günü Oggito'da yayımlanmıstır)

https://oggito.com/icerikler/berlin-muzeler-adasi-ve-james-simon-galerisi/64293

 

 

 

 

 



[1] Mesen: Bir enstitünün, organizasyonun, kuruluşun veya tek tek bireylerin sanatsal, kültürel ve sportif faaliyetlerini finansal olarak destekleyen kimseye denir.

 

[2] Wilhelm von Bode’nin yakın arkadaşı Osman Hamdi’nin 2 adet yağlıboya tablosu Müzeler Adasındaki Alte National Galerie de sergilenmektedir.